Hakikatin peşinden gitmek istersen yolu takip et,
bu yolda senin için izler göreceksin.
Hayatta en başarılı insanlar, en zeki insanlar değildir. Çevrenizde gerek iş hayatı gerekse akademik hayatı başarılarla dolu birçok insan görebilirsiniz. Ama bu başarılarını özel hayatlarına taşıyamayarak başarısız olduklarına da şahit olabilirsiniz. İlk tanışma halinde karşı tarafın ilgilendiği ilk konu sizin sahip olduğunuz entelektüel yetenektir. İlerleyen süreçlerde, daha ön plana çıkan ise duygusal zekâdır. İş yaşantısında insanlar, entelektüel yeteneğine göre işe alınır; ancak şirketin diğer çalışanlara liderlik edebilmesi için sahip olması gereken duygusal zekâlarına göre terfi eder. Okul hayatında da durum aynıdır. Öğretmen öğrenciye verdiği dersi entelektüel kapasitesine göre algılamasını sağlar, ancak duygusal zekâsına göre sınavda başarı göstermesini bekler. Bu sebeplerden dolayı duygusal zekâsı yüksek olan kişiler hayatlarında hem daha başarılı hem de daha mutludur. İnsanlarla kurulan güçlü ilişkilere, empati yeteneğine, kişisel kariyer hedeflerine ve daha birçok başarı hedeflerine sahip olduğu duygusal zekâsı ile ulaşabilirler.
Bizleri üzen veya kırıcı kelimeler ile kalbimizi kıran insanlar her zaman karşımıza çıkabilir. Muhatap olmak zorunda kaldığımız kötü sözler canımızı sıkar ve gönlümüzü bulandırır. Karşımızdaki kişinin neden bu sözcükleri kurduğunu düşünmeden, yokuş aşağıya gitmeye meyilli olan nefsi duygularımızla hemen karşılık vererek haksızca ettiği laflardan kurtulmaya çalışırız ki izlenen bu yol, en basit olanıdır. Eğer birkaç saniye düşünsek Allah’a olan tevekkülümüz sayesinde gönlümüzde kökleşmiş olan sevginin sahip olduğu birkaç güzel sözcükle karşımızdaki insanın iç güzelliğini ve huzurunu ortaya çıkartabiliriz. Bu yol, en zor olan yoldur. Bu yolu tercih ediyor olmamız ve çaba göstermemiz bizim inanç değerlerimize en uygun olanıdır. Zaten sıradan olan şeyler kolaydır, önemli ve büyük olan her şey zordur. Zor olan şeyler insanın farkındalığını artırır ve hayatta başarılı olmasını sağlar.
Farkındalık şuuru içinde görmemiz, hayat değerlerimizle kıyaslama yapmamız halinde gördüğümüze bir anlam yükleyebiliriz. Allah’ın esma tecellilerinin farkındalığı ve samimiyet derecesi ile insanın farkındalığı orta çıkar. Peygamber Efendimizin (sav) insani ilişkilerindeki en belirgin ve en temel farkındalığı, merhameti ve hoşgörüsü olmuştur. Bizler de karşımızdaki insanlara aynadaki görüntü misali ne verirsek onu alırız. Kuşku ve küçümseme ile bakarsak aynı şekilde yansıma yapar. Sevgi ve hoşgörü ile bakarsak bize güzellikler yansıtır. Bizim olumsuz tepkilerimiz ve yanlış davranışlarımız ilişkilerimizin kısır döngüsünü oluşturur.
Peygamber Efendimizin (sav) insani ilişkilerinde göstermiş olduğu şefkati, Kur’an-ı Kerimin Âl-i İmrân suresinin 159. ayetinde “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” buyrularak ne güzel anlatılmıştır!
İnsanoğlunu inciterek kalp kıran, aslında bilmeden hem günaha girmektedir hem de Allah’ı incitmektedir. Çünkü insanoğlu, Allah’ın yolunda yürüyen lekesiz ve tertemiz olmaya aday cennet ehlidir. Değer bakımından arştan üstün olan insanoğlu, düşünce bakımından da yüce bir varlığa sahiptir. Gölge varlığından kurtulup gerçek varlığa kavuşanların gönülleri birçok manevi sırlara aşina olur ve orada sevgi pınarları coşar.
Yaşamlarımızda önceliklerimiz Allah’a güzel ameller işleyerek, O’na kulluk etmek değil midir? Bu dünyada ne zaman ve nerede sınavdan geçeceğimiz belli değildir. Her zaman duygusal tepkilerimizin bir takva ve maneviyat halinde olması gerekir. Bizleri sabote ederek, nefsimizin karanlık yüzünü çıkartmak isteyenler elbette her zaman karşımıza çıkacaktır. Olumsuz diyaloglar yaşadığımızda, yapıcı tarafımız olan tevekkül ile insanlara cevap vermemiz gerekir. Bu bizim Allah’a olan kulluğumuz kadar önemli bir fazilettir. Karşımızdaki insanlara öfkeden ve şeytani duygulardan uzak, rahmet ve hoşgörü ile yaklaşmalıyız. Allah bizleri, gönlümüzdeki sevgiye ve şefkate değer vererek içlerimizdeki amellerimize göre değerlendirir. Allah insanoğluna her zaman doğru yolu seçebilmesi için özgür irade ve akıl vermiştir. Bunu kullanmazsak asıl günaha giren biz oluruz. Konu üzerinde haklı olmamız veya haksız olmamızın bir hükmü kalmaz.
İnsan bazen de farkında olmadan ya da nefsinden gelen isteklere uyarak pek çok hata yapabilir. Allah’ı incitmekten korkan bu kişiler, dünya hayatının bir imtihan ve sınav hayatı olduğunu bildiklerinden, yaptıkları hatalardan dolayı sıkıntıya düşmezler. Hatta başka insanların kendilerine yaptığı olumsuz eylem ve tavırları da yargılamazlar. Çünkü Allah’ın kendilerini nasıl affetmesini isteyerek Allah’a sığınıyorlarsa, işte onlar da karşısında bulunan kişilere hoşgörülü ve affedici yaklaşırlar. Bu gerçek, bizlere Kur’an-ı Kerim’in Nûr suresinin 22. ayetinde “Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” diyerek anlatılmıştır.
İnsanlara hatalarına rağmen iyi muamelede bulunanlara, hatanın büyük ya da küçük olması veya kendilerinin haklı olup olmaması da önemli değildir. Yapılan her hata ve kusurdan öğrenmeleri gereken bir ders olduğunu bilerek kendilerine ve çevrelerine zulmetmezler. Bizler affetmek konusunda samimi bir gönüle sahip olursak, hiçbir koşulda karşımızdaki kişiye kişisel bir kızgınlık içine giremeyiz. Bağışlamanın üstün bir ahlak özelliği olduğunu bildiren Kur’an-ı Kerim’in Şûra suresinin 43. ayetinde bizlere; “Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.” diye buyrulmuştur.
Yarattıklarına son derece yumuşak ve hoşgörülü davranan, şefkat ve merhametinde sınır olmayan Allah’ın isimlerinden biri de; “El-Halîm”dir. Allah’ın, bizlerden en çok görmeyi istediği şeylerden biri işte bu güzel huylardan yumuşaklık (sabırlı olma) halidir.
Öfkenin zıddı olan yumuşaklık huyu, şiddetten ve kötü sözden uzaklaşarak her davranışta karşısındakine nezaketle yaklaşmaktır. Güzel ahlakı ve imanı gönüllerine nakış eden Allah dostu dervişler insan sevgisini, “Allah, söz ve davranışlarında yumuşak olanı sever.” şeklinde tanımlarlar. Dervişlerin bu bakış açısının arkasındaki temel düşünce “Yaratan, yaratmaya değer kıldıysa; o değerlidir.” düsturudur. Yumuşak huylu olmak, insanı güzelleştirerek yücelten ve çevresindeki insanlarla kaynaştıran ahlaki bir fazilettir. Aynı zamanda insanlara tesir etmenin ve gönüllere girmenin yolu da işte bu yumuşak olma halinden geçer. Bu güzel huya sahip kişinin sabrının, onun yumuşaklık derecesinin göstergesi olduğunu, Peygamber Efendimiz (sav), hadis-i şerifi ile bizlere şöyle açıklamıştır: “Kime yumuşaklıktan nasip verilmişse, hayırdan da nasip verilmiştir. Yumuşaklıktan mahrum kalan kimse ise, hayırdan da mahrum kalmıştır.”
Allah’ın bizlerde görmek istediği yumuşak huyluluk hali Müslümanlığın temelini oluşturur. Yalnız şunu da unutmamak gerekiyor ki yumuşak huyluluk halini yerinde kullanmak da dinimizin emirlerinden biridir. Şöyle ki; Allah’ın sıfatlarını taşıyan bir kul olarak yumuşak huylu olmak demek, kişisel ve toplumsal haklarımızı başkalarına çiğnetmek anlamına gelmez. Bir insanın, kendisine yapılan kötülüğe aşırı gitmemek kaydıyla karşılık vermesi onun en tabi hakkıdır. Bu hakkı kullanıyor olmamız, bizi kınanan (ayıplanan) biri haline getirmez. Öfke, intikam, bazı söz ve davranışta aşırıya kaçmadan kendimize hâkim olarak haklı gerekçelerimizi anlatarak hakkımız olana sahip çıkmamız gerekir. Hakkımızı ararken neden hiddetlenmemiz gerektiği gerçeğini ise şu şekilde açıklayabiliriz; öfke ve intikam, insan şuurunu zayıflatan davranışlardır. Öfkesine hâkim olamayan bir insan, Allah’ın hak ve adaletinden ayrılarak hataya düşebilir ve kalp kırabilir. Hatta daha da kötüsü, ilim sahibi olmayan ve edep kurallarını bilmeyenlerin karşısında davranış biçimi sözlü ve fiziksel saldırıya kadar gidebilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in Şûrâ suresinin 40. ayeti bizleri uyararak, “Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. (Buna rağmen) Kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükâfatı, Allah’a aittir. Doğrusu O zalimleri sevmez.” diye buyrulmuştur. Ayete dikkat ettiniz mi? Haklı olmasına rağmen hakkından feragat ederek, bağışlayarak, barışı sağlayan kişinin hakkından vazgeçmesinin, sahip olduğu erdemliliğin bir göstergesi olduğu bize anlatılmaktadır. İşini Allah’a havale ederek ve tevekkül göstererek davrananların, Allah’ın adalet ve mükâfatına kavuşacaklarını müjdeleyen en açık ayet bu olsa gerek.
Hakkın ve adaletin, huzur ve güvenin olmadığı her toplum hep bu yüzden yok olmuş ve dağılmışlardır. İslam, insanların toplumsal refahları için öfke ve intikamı yasak etmesinin esas sebeplerinden biri de budur. Aksi takdirde yapılan her kötülüğün karşıtı olan düşmanlık büyüyecek ve toplumu düşmanlık saracaktır. Peygamber Efendimiz (sav), bir hadis-i şerifinde “Kararsız olmayın! İnsanlar iyilik ederse biz de iyilik eder, haksızlık yaparsa biz de karşılık veririz demeyin! Kararlı olun (nefsinizi sabit tutun)! İnsanlar iyilik yaparsa siz de iyilik yapın! Kötülük yaparsa mukabilinde siz kötülük yapmayın!” diyerek bizlere tavsiyede bulunmuştur.
Zaten cehennemin hiddet ve öfke gibi olduğunu bilenler, Yaratan’dan dolayı yaratılana saygı duyarak affedici ve merhametli olurlar. Kamil insanın sembolü halini alan bu kişiler, hakikat köprüsünü de, gönül köprüsünü de en güzel şekilde geçerek Allah’a vasıl olurlar.
Ey yolcu; Allah aşığı, hakikat ve mana ehli Şems-i Tebrizi ‘Hakikati Göremiyorsan’ başlıklı şiirinde der ki;
Eğer hala KIZIYORSAN kendin ile olan kavgan bitmemiş demektir.
Eğer hala KIRILIYORSAN gönül evinin tuğlaları pekişmemiş demektir.
Eğer hala KINIYORSAN düşüncelerin yeterince berraklaşmamış demektir.
Eğer hala KARŞILIKSIZ SEVMİYOR ve sevginde ayrım yapıyorsan, hala akıl ve mantığını kullanıyor, içindeki sevginin boyutlanmasına engel oluyorsun demektir.
Eğer hala BEN demekten vazgeçmiyorsan, dizginlerin hala nefsinin elinde ve sen bu esarete boyun eğiyorsun demektir.
Eğer hala MUSİBETLERE yana yana üzülüyorsan, gerçeği bilmiyorsun demektir.
Eğer hala ŞİKÂYET EDİYORSAN HAKİKATİ göremiyorsun demektir!